Toggle thick letters.  Most people make the mistake of thickening thin letters in the words that have other (highlighted) thick letter Toggle to highlight thick letters خصضغطقظ رَ      
 
   Wa A ş -Ş ā ffā ti Ş affāan  
   
     
    037-001. Saflar halinde dizilenlere andolsun, 
 
   وَالصَّ ا فَّا تِ صَ فّاً  
  
 
   Fālzzājir ā ti Zaj rā an  
   
     
    037-002. Haykırıp sürükleyenlere, 
 
   فَالزَّاجِرَ ا تِ زَجْ راً  
  
 
   Fālttāliyā ti Dh ikrā an  
   
     
    037-003. Zikir okuyanlara, 
 
   فَالتَّالِيَا تِ ذِكْراً  
  
 
   'Inn a 'Ilahakum  Lawāĥid un  
   
     
    037-004. Tartışmasız, sizin İlahınız gerçekten birdir. 
 
   إِنّ َ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ  
  
 
   Ra bbu A s-Samāwā ti Wa A l-'Arđi Wa Mā Baynahumā Wa Ra bbu A l-Mash ār iq i 
   
     
   037-005. Gِklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir. 
 
   رَ بُّ ا ل سَّمَاوَا تِ وَا لأَرْضِ  وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَ بُّ ا لْمَشَار ِقِ   
  
 
   'Inn ā Zayyann ā A s-Samā 'a A d-Dun yā Bizīnatin A l-Kawākib  
   
     
    037-006. Şüphesiz Biz dünya gِğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip-donattık. 
 
   إِنَّ ا زَيَّنَّ ا ا ل سَّمَا ءَ ا ل دُّنْ يَا بِزِينَةٍ  ا لْكَوَاكِب  
  
 
    Wa Ĥifžāan  Min  Kulli Sh ayţ ā nin  Mār id in  
   
     
    037-007. Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; 
 
   وَحِفْظ ا ً  مِن ْ كُلِّ شَيْطَ ا نٍ  مَار ِدٍ  
  
 
   Lā Yassamm a`ū na 'Ilá A l-Mala'i A l-'A`lá Wa Yuq dh afū na Min  Kulli Jānib in  
   
     
    037-008. Ki onlar, Mele'i A'la'ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar; 
 
   لاَ يَسَّمَّ عُو نَ إِلَى ا لْمَلَإِ ا لأَعْلَى وَيُقْ  ذَفُو نَ مِن ْ كُلِّ جَانِبٍ  
  
 
   Duĥūrā an  ۖ  Wa Lahum  `Adh ā bun  Wa A ş ib un   
   
     
    037-009. Uzaklaştırılırlar. Onlara kesintisiz bir azap vardır. 
 
   دُحُورا ً  ۖ  وَلَهُمْ عَذَا بٌ  وَا صِ بٌ   
  
 
   'Illā Man Kh  aţ ifa A l-Kh  aţ  fata Fa'atba`ahu Sh ihā bun  Th āq ibunā 
   
     
    037-010. Ancak (sِzü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder). 
 
   إِلاَّ مَن ْ خَ طِ فَ ا لْخَ طْ  فَةَ فَأَتْبَعَهُ  شِهَا بٌ  ثَاقِ باٌ  
  
 
   Fāstaftihim  'Ahum  'Ash addu Kh  alq āan 'Am  Man Kh  alaq  nā  ۚ  'Inn ā Kh  alaq  nāhum  Min  Ţ ī nin  Lāzib in   
   
     
    037-011. Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. 
 
   فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَ لْق اً أَمْ مَن ْ خَ لَقْ  نَا  ۚ  إِنَّ ا خَ لَقْ  نَاهُمْ مِن ْ طِ ي نٍ  لاَزِبٍ   
  
 
   Bal `Ajib ta Wa Yaskh  arū na 
   
     
    037-012. Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar. 
 
   بَلْ عَجِبْ تَ وَيَسْخَ رُونَ  
  
 
    Wa 'Idh ā Dh ukkirū Lā Yadh kurū na 
   
     
    037-013. Kendilerine ِğüt verildiğinde, ِğüt almıyorlar. 
 
   وَإِذَا ذُكِّرُوا  لاَ يَذْكُرُونَ  
  
 
    Wa 'Idh ā Ra 'aw 'Āyatan  Yastaskh  irū na 
   
     
    037-014. Bir ayet (mucize) gِrdüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar. 
 
   وَإِذَا رَ أَوْا آيَة ً  يَسْتَسْخِ رُونَ  
  
 
    Wa Q ālū  'In Hādh ā  'Illā Siĥru n  Mubī nun  
   
     
    037-015. "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" dediler. 
 
   وَقَ الُو ا  إِن ْ هَذَا  إِلاَّ سِحْرٌ  مُبِينٌ  
  
 
   'A'idh ā Mitnā Wa Kunn ā Turā bāan  Wa `Ižāmāan 'A'inn ā Lamab `ūth ū na 
   
     
    037-016. "Biz ِldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?" 
 
   أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّ ا تُرَ ابا ً  وَعِظَ اماً أَئِنَّ ا لَمَبْ عُوثُونَ  
  
 
   'Awa'ā bā 'uunā A l-'Awwalū na 
   
     
    037-017. "Veya ِnceki atalarımız da mı?" 
 
   أَوَآبَا ؤُنَا ا لأَوَّلُونَ  
  
 
   Q ul Na`am  Wa 'An tum  Dākh  irū na 
   
     
   037-018. De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz).” 
 
   قُ لْ نَعَمْ وَأَنْ تُمْ دَاخِ رُونَ 
  
 
   Fa'inn amā Hiya Zaj ra tun  Wāĥidatun  Fa'idh ā Hum  Yan žurū na 
   
     
    037-019. İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. 
 
   فَإِنَّ مَا هِيَ زَجْ رَ ةٌ  وَاحِدَةٌ  فَإِذَا هُمْ يَن ظُ رُونَ  
  
 
    Wa Q ālū Yā Waylanā Hādh ā Yaw mu A d-Dī ni 
   
     
    037-020. Derler ki: "Eyvahlar bize; bu, din günüdür." 
 
   وَقَ الُوا  يَاوَيْلَنَا هَذَا يَوْ مُ ا ل دِّينِ  
  
 
   Hādh ā Yaw mu A l-Faş li A l-Ladh ī Kun tum  Bihi  Tukadh dh ibū na 
   
     
    037-021. "Bu, sizin yalanladığınız (mü'mini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür." 
 
   هَذَا يَوْ مُ ا لْفَصْ لِ ا لَّذِي كُن تُمْ بِهِ  تُكَذِّبُونَ  
  
 
   A ĥsh urū A l-Ladh ī na Ž alamū Wa 'Azwājahum  Wa Mā Kānū Ya`budū na 
   
     
   037-022. "Zulmedenleri, eşlerini ve taptıklarını biraraya getirip toplayın." 
 
   ا حْشُرُوا  ا لَّذِي نَ ظَ لَمُوا  وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا  يَعْبُدُونَ  
  
 
   Min  Dū ni A ll ā hi Fāhdūhum  'Ilá Ş ir ā ţ i A l-Jaĥī mi 
   
     
    037-023. "Allah'tan başka (taptıklarını); artık onları cehennemin yoluna yِneltip gِtürün." 
 
   مِن ْ دُو نِ ا للَّ هِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِ رَ ا طِ  ا لْجَحِيمِ  
  
 
   Wa Q ifūhum  ۖ  'Inn ahum  Mas'ū lū na  
   
     
    037-024. "Ve onları durdurup-tutuklayın, çünkü sorguya çekileceklerdir." 
 
   وَقِ فُوهُمْ ۖ  إِنَّ هُمْ مَسْئُ ولُونَ   
  
 
   Mā Lakum  Lā Tanāş arū na 
   
     
    037-025. (Onlara seslenilir:) "Ne oluyor size, birbirinizle (dünyada olduğu gibi) yardımlaşmıyorsunuz?" 
 
   مَا لَكُمْ لاَ تَنَاصَ رُونَ  
  
 
   Bal Humu A l-Yaw ma Mustaslimū na 
   
     
    037-026. Hayır, bugün onlar teslim olmuşlardır. 
 
   بَلْ هُمُ ا لْيَوْ مَ مُسْتَسْلِمُونَ  
  
 
    Wa 'Aq  bala Ba`đuhum  `Alá Ba`đin  Yatasā 'alū na 
   
     
    037-027. Kimi kimine yِnelmiş olarak birbirlerine soruyorlar: 
 
   وَأَقْ  بَلَ بَعْضُ هُمْ عَلَى بَعْض ٍ  يَتَسَا ءَلُونَ  
  
 
   Q ālū  'Inn akum  Kun tum  Ta'tūnanā `Ani A l-Yamī ni 
   
     
   037-028. "Gerçekten sizler bize sağdan (sağ duyudan ve haktan) yana gelip yanaşıyordunuz." derler. 
 
   قَ الُو ا  إِنَّ كُمْ كُن تُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ ا لْيَمِينِ 
  
 
   Q ālū Bal  Lam  Takūnū Mu'uminī na 
   
     
   037-029. (Diğerleri de:) "Hayır" derler. "Zaten sizler mü'min kimseler değildiniz." 
 
   قَ الُوا  بَلْ لَمْ تَكُونُوا  مُؤْمِنِينَ 
  
 
   Wa Mā Kā na Lanā `Alaykum  Min  Sulţ ā nin  ۖ  Bal Kun tum  Q awmāan  Ţ āgh ī na  
   
     
    037-030. "Bizim üzerinizde zorlayıcı hiçbir gücümüz yoktu; hayır siz (kendiniz) azgın bir kavimdiniz." 
 
   وَمَا كَا نَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِن ْ سُلْطَ ا ن ٍ  ۖ  بَلْ كُن تُمْ قَ وْما ً  طَ اغِ ينَ   
  
 
   Faĥaq q a `Alaynā Q aw lu Ra bbinā  ۖ  'Inn ā Ladh ā 'iq ū na  
   
     
    037-031. "Bِylece Rabbimiz'in sِzü (yıkım ve azap va'di) üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azabı) tadıcılarız." 
 
   فَحَقّ َ عَلَيْنَا قَ وْ لُ رَ بِّنَا  ۖ  إِنَّ ا لَذَا ئِقُ ونَ   
  
 
   Fa'agh  waynākum  'Inn ā Kunn ā Gh  āwī na 
   
     
    037-032. "Evet, sizi azdırdık, çünkü biz de azgın kimselerdik." 
 
   فَأَغْ وَيْنَاكُمْ إِنَّ ا كُنَّ ا غَ اوِينَ  
  
 
   Fa'inn ahum  Yawma'idh in  Fī A l-`Adh ā bi Mush tar ikū na 
   
     
    037-033. Artık o gün onlar azapta ortaktırlar. 
 
   فَإِنَّ هُمْ يَوْمَئِذٍ  فِي ا لْعَذَا بِ مُشْتَر ِكُونَ  
  
 
   'Inn ā Kadh ālika Naf`alu Bil-Muj r imī na 
   
     
    037-034. Doğrusu Biz, suçlu-günahkarlara bِyle yaparız. 
 
   إِنَّ ا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِا لْمُجْ ر ِمِينَ  
  
 
   'Inn ahum  Kānū  'Idh ā Q ī la Lahum  Lā  'Ilā ha 'Illā A l-Lahu Yastakbirū na 
   
     
    037-035. اünkü onlara: "Allah'tan başka İlah yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı. 
 
   إِنَّ هُمْ كَانُو ا  إِذَا قِ ي لَ لَهُمْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ ا للَّ هُ يَسْتَكْبِرُونَ  
  
 
    Wa Yaq ūlū na 'A'inn ā Latār ikū  'Ālihatinā Lish ā`ir  in  Maj nū nin  
   
     
    037-036. Ve derlerdi ki: "Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?" 
 
   وَيَقُ ولُو نَ أَئِنَّ ا لَتَار ِكُو ا  آلِهَتِنَا لِشَاعِر ٍ  مَجْ نُونٍ  
  
 
   Bal Jā 'a Bil-Ĥaq q i Wa Ş addaq a A l-Mursalī na 
   
     
    037-037. Hayır, o, hakkı getirmiş ve gِnderilen (elçi)leri de doğrulamıştı. 
 
   بَلْ جَا ءَ بِا لْحَقِّ  وَصَ دَّقَ  ا لْمُرْسَلِينَ  
  
 
   'Inn akum  Ladh ā 'iq ū A l-`Adh ā bi A l-'Alī mi 
   
     
    037-038. Şüphesiz, siz, acı azabı tadıcılarsınız." 
 
   إِنَّ كُمْ لَذَا ئِقُ و ا لْعَذَا بِ ا لأَلِيمِ  
  
 
    Wa Mā Tuj zaw na 'Illā Mā Kun tum  Ta`malū na 
   
     
    037-039. Yaptıklarınızdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız. 
 
   وَمَا تُجْ زَوْ نَ إِلاَّ مَا كُن تُمْ تَعْمَلُونَ  
  
 
   'Illā `Ibā da A ll āhi A l-Mukh  laş ī na 
   
     
    037-040. Ancak muhlis olan kullar başka. 
 
   إِلاَّ عِبَا دَ ا للَّ هِ ا لْمُخْ لَصِ ينَ  
  
 
   'Ūlā 'ika Lahum  R izq un  Ma`lū mun  
   
     
    037-041. İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. 
 
   أُ وْلَا ئِكَ لَهُمْ ر ِزْق ٌ  مَعْلُومٌ  
  
 
   Fawākihu  ۖ  Wa Hum  Mukra mū na  
   
     
    037-042. اeşitli-meyveler. Onlar ikram gِrenlerdir. 
 
   فَوَاكِهُ  ۖ  وَهُمْ مُكْرَ مُونَ   
  
 
   Fī Jann ā ti A n -Na`ī mi 
   
     
    037-043. Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. 
 
   فِي جَنّ َا تِ ا ل نَّ عِيمِ  
  
 
   `Alá Suru r in  Mutaq ābilī na 
   
     
    037-044. Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). 
 
   عَلَى سُرُرٍ  مُتَقَ ابِلِينَ  
  
 
   Yuţ ā fu `Alayhim  Bika'sin  Min  Ma`ī nin  
   
     
    037-045. Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. 
 
   يُطَ ا فُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ  مِن ْ مَعِينٍ  
  
 
   Bayđā 'a Ladh dh atin  Lilsh sh ār ibī na 
   
     
    037-046. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). 
 
   بَيْضَ ا ءَ لَذَّةٍ  لِلشَّار ِبِينَ  
  
 
   Lā Fīhā Gh  aw lun  Wa Lā Hum  `Anhā Yun zafū na 
   
     
    037-047. Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. 
 
   لاَ فِيهَا غَ وْ لٌ  وَلاَ هُمْ عَنْ هَا يُن زَفُونَ  
  
 
    Wa `In dahum  Q āş ir ā tu A ţ -Ţ arfi `Ī nun  
   
     
    037-048. Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gِzlü kadınlar vardır. 
 
   وَعِنْ دَهُمْ قَ اصِ رَ ا تُ ا ل طَّ رْفِ عِينٌ  
  
 
   Ka'ann ahunn a Bayđun  Maknū nun  
   
     
    037-049. Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). 
 
   كَأَنَّ هُنّ َ بَيْ ض ٌ  مَكْنُونٌ  
  
 
   Fa'aq  bala Ba`đuhum  `Alá Ba`đin  Yatasā 'alū na 
   
     
    037-050. Bِyleyken, kimi kimine yِnelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar: 
 
   فَأَقْ  بَلَ بَعْضُ هُمْ عَلَى بَعْض ٍ  يَتَسَا ءَلُونَ  
  
 
   Q ā la Q ā 'ilun  Minhum  'Inn ī Kā na Lī Q ar ī nun  
   
     
   037-051. Bir sِzcü der ki: "Benim bir yakınım vardı." 
 
   قَ ا لَ قَ ا ئِلٌ  مِنْ هُمْ إِنِّ ي كَا نَ لِي قَ ر ِينٌ 
  
 
   Yaq ū lu 'A'inn aka Lamina A l-Muş addiq ī na 
   
     
    037-052. "Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?" 
 
   يَقُ و لُ أَئِنَّ كَ لَمِنَ ا لْمُصَ دِّقِ ينَ  
  
 
   'A'idh ā Mitnā Wa Kunn ā Turā bāan  Wa `Ižāmāan 'A'inn ā Lamadīnū na 
   
     
    037-053. "Bizler ِldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?" 
 
   أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّ ا تُرَ ابا ً  وَعِظَ اماً أَئِنَّ ا لَمَدِينُونَ  
  
 
   Q ā la Hal 'An tum  Muţ ţ ali`ū na 
   
     
   037-054. (Konuşan yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?" 
 
   قَ ا لَ هَلْ أَنْ تُمْ مُطَّ لِعُونَ 
  
 
   Fā ţ ţ ala`a Fara 'ā hu Fī Sawā 'i A l-Jaĥī mi 
   
     
    037-055. Derken, bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gِrdü. 
 
   فَاطَّ لَعَ فَرَ آهُ فِي سَوَا ءِ ا لْجَحِيمِ  
  
 
   Q ā la Ta-Allā hi 'In  Kid ta Laturdī ni 
   
     
   037-056. Dedi ki: "Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin." 
 
   قَ ا لَ تَاللَّهِ إِن ْ كِد ْتَ لَتُرْدِينِ 
  
 
    Wa Lawlā Ni`matu Ra bbī Lakun tu Mina A l-Muĥđar ī na 
   
     
    037-057. "Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azap yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım. 
 
   وَلَوْلاَ نِعْمَةُ رَ بِّي لَكُن تُ مِنَ ا لْمُحْضَ ر ِينَ  
  
 
   'Afamā Naĥnu Bimayyitī na 
   
     
    037-058. "Nasıl, biz ِlecek olanlar değil miymişiz?" 
 
   أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ  
  
 
   'Illā Mawtatanā A l-'Ūlá Wa Mā Naĥnu Bimu`adh dh abī na 
   
     
    037-059. "Yalnızca birinci ِlümümüzden başka (ِyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz?" 
 
   إِلاَّ مَوْتَتَنَا ا لأُ ولَى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ  
  
 
   'Inn a Hādh ā Lahuwa A l-Faw zu A l-`Ažī mu 
   
     
    037-060. Şüphesiz, bu, asıl büyük 'kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir. 
 
   إِنّ َ هَذَا لَهُوَ ا لْفَوْ زُ ا لْعَظِ يمُ  
  
 
   Limith li Hādh ā Falya`mali A l-`Āmilū na 
   
     
    037-061. Bِylece çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır. 
 
   لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ ا لْعَامِلُونَ  
  
 
   'Adh alika Kh  ay ru n  Nuzulāan 'Am  Sh ajara tu A z-Zaq q ū mi 
   
     
    037-062. Nasıl, bِyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? 
 
   أَذَلِكَ خَ يْ رٌ  نُزُلاً أَمْ شَجَرَ ةُ ا ل زَّقُّ ومِ  
  
 
   'Inn ā Ja`alnāhā Fitnatan  Lilžžālimī na 
   
     
    037-063. Doğrusu Biz, onu kafirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. 
 
   إِنَّ ا جَعَلْنَاهَا فِتْنَة ً  لِلظَّ الِمِينَ  
  
 
   'Inn ahā Sh ajara tun  Takh ru ju Fī  'Aş li A l-Jaĥī mi 
   
     
    037-064. Şüphesiz o, ‘çılgınca yanan ateşin’ dibinde bitip çıkar. 
 
   إِنَّ هَا شَجَرَ ةٌ  تَخْ رُجُ فِي  أَصْ لِ ا لْجَحِيمِ  
  
 
   Ţ al`uhā Ka'ann ahu  Ru 'ū su A sh -Sh ayāţ ī ni 
   
     
   037-065. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. 
 
   طَ لْعُهَا كَأَنَّ هُ  رُءُو سُ ا ل شَّيَاطِ ينِ 
  
 
   Fa'inn ahum  La'ā kilū na Minhā Famāli'ū na Minhā A l-Buţ ū na 
   
     
    037-066. Artık gerçekten, ondan yiyecekler bِylelikle karınlarını ondan dolduracaklar. 
 
   فَإِنَّ هُمْ لَآكِلُو نَ مِنْ هَا فَمَالِئُو نَ مِنْ هَا ا لْبُطُ ونَ  
  
 
   Th umm a 'Inn a Lahum  `Alayhā Lash awbāan  Min Ĥamī min  
   
     
   037-067. Sonra kendileri için onun üzerinde kaynar su karıştırılmış bir içkileri de vardır. 
 
   ثُمّ َ إِنّ َ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبا ً  مِن ْ حَمِيمٍ  
  
 
   Th umm a 'Inn a Marji`ahum  La'ilá A l-Jaĥī mi 
   
     
   037-068. Sonra onların dِnecekleri yer, elbette (yine) çılgınca yanan ateştir. 
 
   ثُمّ َ إِنّ َ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى ا لْجَحِيمِ  
  
 
   'Inn ahum  'Alfaw 'Ābā 'ahum  Đ ā llī na 
   
     
    037-069. اünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. 
 
   إِنَّ هُمْ أَلْفَوْا آبَا ءَهُمْ ضَ ا لِّينَ  
  
 
   Fahum  `Alá  'Āth ār ihim  Yuhra `ū na 
   
     
    037-070. Kendileri de onları izleri üzerinde koşturup-duruyorlardı. 
 
   فَهُمْ عَلَى  آثَار ِهِمْ يُهْرَ عُونَ  
  
 
    Wa Laq ad  Đ alla Q ab lahum  'Akth aru  A l-'Awwalī na 
   
     
    037-071.Andolsun, onlardan ِnce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı. 
 
   وَلَقَ د ْ ضَ لَّ قَ بْ لَهُمْ أَكْثَرُ ا لأَوَّلِينَ  
  
 
    Wa Laq ad  'Arsalnā Fīhim  Mun dh ir ī na 
   
     
    037-072. Andolsun, Biz onlara uyarıcılar gِndermiştik. 
 
   وَلَقَ د ْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُن ذِر ِينَ  
  
 
   Fān žur Kay fa Kā na `Āq ibatu A l-Mun dh ar ī na 
   
     
    037-073. Uyarılanların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. 
 
   فَان ظُ رْ كَيْ فَ كَا نَ عَاقِ بَةُ ا لْمُن ذَر ِينَ  
  
 
   'Illā `Ibā da A ll āhi A l-Mukh  laş ī na 
   
     
    037-074. Ancak muhlis olan kullar başka. 
 
   إِلاَّ عِبَا دَ ا للَّ هِ ا لْمُخْ لَصِ ينَ  
  
 
    Wa Laq ad  Nādānā Nūĥun  Falani`ma A l-Mujībū na 
   
     
    037-075. Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. 
 
   وَلَقَ د ْ نَادَانَا نُو حٌ  فَلَنِعْمَ ا لْمُجِيبُونَ  
  
 
    Wa Najjaynā hu Wa 'Ahlahu  Mina A l-Karbi A l-`Ažī mi 
   
     
    037-076. Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık. 
 
   وَنَجَّيْنَا هُ وَأَهْلَهُ  مِنَ ا لْكَرْبِ ا لْعَظِ يمِ  
  
 
    Wa Ja`alnā Dh urr īyatahu  Humu A l-Bāq ī na 
   
     
    037-077. Ve onun soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık. 
 
   وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ  هُمُ ا لْبَاقِ ينَ  
  
 
    Wa Tara knā `Alay hi Fī A l-'Ākh  ir ī na 
   
     
    037-078. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. 
 
   وَتَرَ كْنَا عَلَيْ هِ فِي ا لآخِ ر ِينَ  
  
 
   Salā mun `Alá Nūĥin  Fī A l-`Ālamī na 
   
     
    037-079. Alemler içinde selam olsun Nuh’a. 
 
   سَلاَمٌ عَلَى نُو حٍ  فِي ا لْعَالَمِينَ  
  
 
   'Inn ā Kadh ālika Naj zī A l-Muĥsinī na 
   
     
    037-080. Gerçekten Biz, ihsanda bulunanları bِyle ِdüllendiririz. 
 
   إِنَّ ا كَذَلِكَ نَجْ زِي ا لْمُحْسِنِينَ  
  
 
   'Inn ahu  Min `Ibādinā A l-Mu'uminī na 
   
     
    037-081. Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandı. 
 
   إِنَّ هُ  مِن ْ عِبَادِنَا ا لْمُؤْمِنِينَ  
  
 
   Th umm a 'Agh ra q  nā A l-'Ākh  ar ī na 
   
     
   037-082. Sonra diğerlerini suda boğduk. 
 
   ثُمّ َ أَغْ رَ قْ  نَا ا لآخَ ر ِينَ  
  
 
    Wa 'Inn a Min  Sh ī`atihi  La'ib rā hī ma 
   
     
    037-083. Doğrusu İbrahim de onun (soyunun) bir kolundandır. 
 
   وَإِنّ َ مِن ْ شِيعَتِهِ  لَإِبْ رَ اهِيمَ  
  
 
   'Idh  Jā 'a Ra bbahu  Biq albin  Salī min  
   
     
    037-084. Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti. 
 
   إِذْ جَا ءَ رَ بَّهُ  بِقَ لْبٍ  سَلِيمٍ  
  
 
   'Idh  Q ā la Li'abī hi Wa Q awmihi  Mādh ā Ta`budū na 
   
     
    037-085. Hani babasına ve kavmine demişti ki: “Sizler neye tapıyorsunuz?” 
 
   إِذْ قَ ا لَ لِأَبِي هِ وَقَ وْمِهِ  مَاذَا تَعْبُدُونَ  
  
 
   'A'ifkāan 'Ālihatan  Dū na A ll āhi Tur īdū na 
   
     
    037-086. “Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah’tan başka ilahlar istiyorsunuz?” 
 
   أَئِفْكا ً  آلِهَة ً  دُو نَ ا للَّ هِ تُر ِيدُونَ  
  
 
   Famā Ž ann ukum  Bira bbi A l-`Ālamī na 
   
     
    037-087. “Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?” 
 
   فَمَا ظَ نُّ كُمْ بِرَ بِّ ا لْعَالَمِينَ  
  
 
   Fanažara  Nažra tan  Fī A n -Nujū mi 
   
     
    037-088. Sonra yıldızlara bir gِz attı. 
 
   فَنَظَ رَ  نَظْ رَ ة ً  فِي ا ل نُّ جُومِ  
  
 
   Faq ā la 'Inn ī Saq ī mun  
   
     
    037-089. “Ben, doğrusu hastayım” dedi. 
 
   فَقَ ا لَ إِنِّ ي سَقِ يمٌ  
  
 
   Fatawallaw `Anhu Mud bir ī na 
   
     
    037-090. Bِylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. 
 
   فَتَوَلَّوْا عَنْ هُ مُد ْبِر ِينَ  
  
 
   Farā gh  a 'Ilá  'Ālihatihim  Faq ā la 'Alā Ta'kulū na 
   
     
    037-091. Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: “Yemek yemiyor musunuz?” dedi. 
 
   فَرَ ا غَ  إِلَى  آلِهَتِهِمْ فَقَ ا لَ أَلاَ تَأْكُلُونَ  
  
 
   Mā Lakum  Lā Tan ţ iq ū na 
   
     
    037-092. “Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?” 
 
   مَا لَكُمْ لاَ تَن طِ قُ ونَ  
  
 
   Farā gh  a `Alayhim  Đ arbāan  Bil-Yamī ni 
   
     
    037-093. Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. 
 
   فَرَ ا غَ  عَلَيْهِمْ ضَ رْبا ً  بِا لْيَمِينِ  
  
 
   Fa'aq  balū  'Ilay hi Yaziffū na 
   
     
    037-094. اok geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yِnelip geldiler. 
 
   فَأَقْ  بَلُو ا  إِلَيْ هِ يَزِفُّونَ  
  
 
   Q ā la 'Ata`budū na Mā Tanĥitū na 
   
     
   037-095. Dedi ki: “Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” 
 
   قَ ا لَ أَتَعْبُدُو نَ مَا تَنْ حِتُونَ 
  
 
   Wa A ll āhu Kh  alaq akum  Wa Mā Ta`malū na 
   
     
    037-096. “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” 
 
   وَا للَّ هُ خَ لَقَ كُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ  
  
 
   Q ālū A b nū Lahu  Bun yānāan  Fa'alq ū hu Fī A l-Jaĥī mi 
   
     
   037-097. Dediler ki: “Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın.” 
 
   قَ الُوا  ا بْ نُوا  لَهُ  بُنْ يَانا ً  فَأَلْقُ و هُ فِي ا لْجَحِيمِ 
  
 
   Fa'arā dū Bihi  Kaydāan  Faja`alnāhumu A l-'Asfalī na 
   
     
    037-098. Bِylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. 
 
   فَأَرَ ادُوا  بِهِ  كَيْدا ً  فَجَعَلْنَاهُمُ ا لأَسْفَلِينَ  
  
 
    Wa Q ā la 'Inn ī Dh āhibun 'Ilá Ra bbī Sayahdī ni 
   
     
    037-099. (İbrahim) Dedi ki: “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir.” 
 
   وَقَ ا لَ إِنِّ ي ذَاهِبٌ  إِلَى رَ بِّي سَيَهْدِينِ  
  
 
   Ra bbi Hab  Lī Mina A ş -Ş āliĥī na 
   
     
   037-100. “Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.” 
 
   رَ بِّ هَب ْ لِي مِنَ ا ل صَّ الِحِينَ  
  
 
   Fabash sh arnā hu Bigh  ulā min Ĥalī min  
   
     
    037-101. Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. 
 
   فَبَشَّرْنَا هُ بِغُ لاَمٍ حَلِيمٍ  
  
 
   Falamm ā Balagh  a Ma`ahu A s-Sa`ya Q ā la Yā Bunay ya 'Inn ī  'Ará Fī A l-Manā mi 'Ann ī  'Adh baĥuka Fān žur Mādh ā Tará ۚ  Q ā la Yā  'Abati A  f`al Mā Tu'umaru  ۖ  Satajidunī  'In  Sh ā 'a A ll āhu Mina A ş -Ş ābir ī na   
   
     
    037-102. Bِylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gِrdüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın.” 
 
   فَلَمَّ ا بَلَغَ  مَعَهُ ا ل سَّعْيَ قَ ا لَ يَابُنَيَّ إِنِّ ي  أَرَ ى فِي ا لْمَنَا مِ أَنِّ ي  أَذْبَحُكَ فَان ظُ رْ مَاذَا تَرَ ى قَ ا لَ ۚ  يَا  أَبَتِ ا  فْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي  ۖ  إِن ْ شَا ءَ ا للَّ هُ مِنَ ا ل صَّ ابِر ِينَ    
  
 
   Falamm ā  'Aslamā Wa Tallahu  Liljabī ni 
   
     
    037-103. Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. 
 
   فَلَمَّ ا  أَسْلَمَا وَتَلَّهُ  لِلْجَبِينِ  
  
 
    Wa Nādaynā hu 'An  Yā  'Ib rā hī mu 
   
     
    037-104. Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik. 
 
   وَنَادَيْنَا هُ أَن ْ يَا  إِبْ رَ اهِيمُ  
  
 
   Q ad  Ş addaq  ta A r-Ru 'uyā  ۚ  'Inn ā Kadh ālika Naj zī A l-Muĥsinī na  
   
     
   037-105. “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları bِyle ِdüllendiririz.” 
 
   قَ د  صَ دَّقْ  تَ ا ل رُّؤْيَا  ۚ  إِنَّ ا كَذَلِكَ نَجْ زِي ا لْمُحْسِنِينَ  
  
 
   'Inn a Hādh ā Lahuwa A l-Balā 'u A l-Mubī nu 
   
     
    037-106. Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. 
 
   إِنّ َ هَذَا لَهُوَ ا لْبَلاَءُ ا لْمُبِينُ  
  
 
    Wa Fadaynā hu Bidh ib ĥin `Ažī min  
   
     
    037-107. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. 
 
   وَفَدَيْنَا هُ بِذِبْ حٍ عَظِ يمٍ  
  
 
    Wa Tara knā `Alay hi Fī A l-'Ākh  ir ī na 
   
     
    037-108. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. 
 
   وَتَرَ كْنَا عَلَيْ هِ فِي ا لآخِ ر ِينَ  
  
 
   Salā mun `Alá  'Ib rā hī ma 
   
     
    037-109. İbrahim’e selam olsun. 
 
   سَلاَمٌ عَلَى  إِبْ رَ اهِيمَ  
  
 
   Kadh ālika Naj zī A l-Muĥsinī na 
   
     
    037-110. Biz, ihsanda bulunanları bِyle ِdüllendiririz. 
 
   كَذَلِكَ نَجْ زِي ا لْمُحْسِنِينَ  
  
 
   'Inn ahu  Min `Ibādinā A l-Mu'uminī na 
   
     
    037-111. Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandır. 
 
   إِنَّ هُ  مِن ْ عِبَادِنَا ا لْمُؤْمِنِينَ  
  
 
    Wa Bash sh arnā hu Bi'isĥā q a Nabīyāan  Mina A ş -Ş āliĥī na 
   
     
    037-112. Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı da müjdeledik. 
 
   وَبَشَّرْنَا هُ بِإِسْحَا قَ  نَبِيّا ً  مِنَ ا ل صَّ الِحِينَ  
  
 
   Wa Bāra knā `Alay hi Wa `Alá  'Isĥā q a ۚ  Wa Min  Dh urr īyatihimā Muĥsinun  Wa Ž ālimun  Linafsihi  Mubī nun   
   
     
    037-113. Ona ve İshak’a bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmeden de. 
 
   وَبَارَ كْنَا عَلَيْ هِ وَعَلَى  إِسْحَا قَ  ۚ  وَمِن ْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ  وَظَ الِم ٌ  لِنَفْسِهِ  مُبِينٌ   
  
 
    Wa Laq ad  Manann ā `Alá Mūsá Wa Hārū na 
   
     
    037-114. Andolsun, Biz Musa’ya ve Harun’a lütufta bulunduk. 
 
   وَلَقَ د ْ مَنَنَّ ا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ  
  
 
    Wa Najjaynāhumā Wa Q awmahumā Mina A l-Karbi A l-`Ažī mi 
   
     
    037-115. Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık. 
 
   وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَ وْمَهُمَا مِنَ ا لْكَرْبِ ا لْعَظِ يمِ  
  
 
    Wa Naş arnāhum  Fakānū Humu A l-Gh  ālibī na 
   
     
    037-116. Onlara yardım ettik, bِylece üstün gelenler oldular. 
 
   وَنَصَ رْنَاهُمْ فَكَانُوا  هُمُ ا لْغَ الِبِينَ  
  
 
    Wa 'Ātaynāhumā A l-Kitā ba A l-Mustabī na 
   
     
    037-117. Ve ikisine anlatımı-açık kitabı verdik. 
 
   وَآتَيْنَاهُمَا ا لْكِتَا بَ ا لْمُسْتَبِينَ  
  
 
    Wa Hadaynāhumā A ş -Ş ir ā ţ a A l-Mustaq ī ma 
   
     
    037-118. Onları dosdoğru yola yِneltip-ilettik. 
 
   وَهَدَيْنَاهُمَا ا ل صِّ رَ ا طَ  ا لْمُسْتَقِ يمَ  
  
 
    Wa Tara knā `Alayhimā Fī A l-'Ākh  ir ī na 
   
     
    037-119. Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. 
 
   وَتَرَ كْنَا عَلَيْهِمَا فِي ا لآخِ ر ِينَ  
  
 
   Salā mun `Alá Mūsá Wa Hārū na 
   
     
    037-120. Musa’ya ve Harun’a selam olsun. 
 
   سَلاَمٌ عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ  
  
 
   'Inn ā Kadh ālika Naj zī A l-Muĥsinī na 
   
     
    037-121. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları bِyle ِdüllendiririz. 
 
   إِنَّ ا كَذَلِكَ نَجْ زِي ا لْمُحْسِنِينَ  
  
 
   'Inn ahumā Min `Ibādinā A l-Mu'uminī na 
   
     
    037-122. Şüphesiz ikisi, Bizim mü’min olan kullarımızdandılar. 
 
   إِنَّ هُمَا مِن ْ عِبَادِنَا ا لْمُؤْمِنِينَ  
  
 
    Wa 'Inn a 'Ilyā sa Lamina A l-Mursalī na 
   
     
    037-123. Gerçekten İlyas da, gِnderilmiş (peygamber)lerdendi. 
 
   وَإِنّ َ إِلْيَا سَ لَمِنَ ا لْمُرْسَلِينَ  
  
 
   'Idh  Q ā la Liq awmihi~  'Alā Tattaq ū na 
   
     
    037-124. Hani kendi kavmine demişti ki: “Siz korkup sakınmaz mısınız?” 
 
   إِذْ قَ ا لَ لِقَ وْمِهِ~ ِ أَلاَ تَتَّقُ ونَ  
  
 
   'Atad `ū na Ba`lāan  Wa Tadh arū na 'Aĥsana A l-Kh  āliq ī na 
   
     
    037-125. “Siz Ba’le tapıp da Yaratıcıların en güzeli (olan Allah’ı) mı bırakıyorsunuz?” 
 
   أَتَد ْعُو نَ بَعْلا ً  وَتَذَرُو نَ أَحْسَنَ ا لْخَ الِقِ ينَ  
  
 
   Al-Laha Ra bbakum  Wa Ra bba 'Ābā 'ikumu A l-'Awwalī na 
   
     
    037-126. “Allah ki, sizin de Rabbiniz, ِnceki atalarınızın da Rabbidir.” 
 
   ا للَّهَ رَ بَّكُمْ وَرَ بَّ آبَا ئِكُمُ ا لأَوَّلِينَ  
  
 
   Fakadh dh abū hu Fa'inn ahum  Lamuĥđarū na 
   
     
    037-127. Fakat onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azap için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır. 
 
   فَكَذَّبُو هُ فَإِنَّ هُمْ لَمُحْضَ رُونَ  
  
 
   'Illā `Ibā da A ll āhi A l-Mukh  laş ī na 
   
     
    037-128. Ancak, muhlis olan kullar başka. 
 
   إِلاَّ عِبَا دَ ا للَّ هِ ا لْمُخْ لَصِ ينَ  
  
 
    Wa Tara knā `Alay hi Fī A l-'Ākh  ir ī na 
   
     
    037-129. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. 
 
   وَتَرَ كْنَا عَلَيْ هِ فِي ا لآخِ ر ِينَ  
  
 
   Salā mun `Alá  'Il Yā -Sīn  
   
     
    037-130. İlyas’a selam olsun. 
 
   سَلاَمٌ عَلَى  إِلْ يَا-سِين  
  
 
   'Inn ā Kadh ālika Naj zī A l-Muĥsinī na 
   
     
    037-131. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları bِyle ِdüllendiririz. 
 
   إِنَّ ا كَذَلِكَ نَجْ زِي ا لْمُحْسِنِينَ  
  
 
   'Inn ahu  Min `Ibādinā A l-Mu'uminī na 
   
     
    037-132. Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandı. 
 
   إِنَّ هُ  مِن ْ عِبَادِنَا ا لْمُؤْمِنِينَ  
  
 
    Wa 'Inn a Lūţ āan  Lamina A l-Mursalī na 
   
     
    037-133. Gerçekten Lût da gِnderilmiş (elçi)lerdendi. 
 
   وَإِنّ َ لُوط ا ً  لَمِنَ ا لْمُرْسَلِينَ  
  
 
   'Idh  Najjaynā hu Wa 'Ahlahu~  'Aj ma`ī na 
   
     
    037-134. Hani Biz onu ve ailesini topluca kurtarmıştık. 
 
   إِذْ نَجَّيْنَا هُ وَأَهْلَهُ~ ُ أَجْ مَعِينَ  
  
 
   'Illā `Ajūzāan  Fī A l-Gh  ābir ī na 
   
     
    037-135. Geride bırakılanlar arasında bir yaşlı kadın dışında. 
 
   إِلاَّ عَجُوزا ً  فِي ا لْغَ ابِر ِينَ  
  
 
   Th umm a Damm arnā A l-'Ākh  ar ī na 
   
     
   037-136. Sonra geride kalanları yerle bir ettik. 
 
   ثُمّ َ دَمَّ رْنَا ا لآخَ ر ِينَ  
  
 
    Wa 'Inn akum  Latamurrū na `Alayhim  Muş biĥī na 
   
     
    037-137. Siz onların üstünden muhakkak geçip gidiyorsunuz; sabah vakti. 
 
   وَإِنَّ كُمْ لَتَمُرُّو نَ عَلَيْهِمْ مُصْ بِحِينَ  
  
 
   Wa Bil-Lay li ۗ  'Afalā Ta`q ilū na  
   
     
    037-138. Ve geceleyin. Yine de akıllanmayacak mısınız? 
 
   وَبِاللَّيْ لِ ۗ  أَفَلاَ تَعْقِ لُونَ   
  
 
    Wa 'Inn a Yūnis Lamina A l-Mursalī na 
   
     
    037-139. Şüphesiz Yunus da gِnderilmiş (elçi)lerdendi. 
 
   وَإِنّ َ يُونِس لَمِنَ ا لْمُرْسَلِينَ  
  
 
   'Idh  'Abaq a 'Ilá A l-Fulki A l-Mash ĥū ni 
   
     
    037-140. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. 
 
   إِذْ أَبَقَ  إِلَى ا لْفُلْكِ ا لْمَشْحُونِ  
  
 
   Fasāhama Fakā na Mina A l-Mud ĥađī na 
   
     
    037-141. Bِylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. 
 
   فَسَاهَمَ فَكَا نَ مِنَ ا لْمُد ْحَضِ ينَ  
  
 
   Fāltaq amahu A l-Ĥū tu Wa Huwa Mulī mun  
   
     
    037-142. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. 
 
   فَالْتَقَ مَهُ ا لْحُو تُ وَهُوَ مُلِيمٌ  
  
 
   Falawlā  'Ann ahu  Kā na Mina A l-Musabbiĥī na 
   
     
    037-143. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, 
 
   فَلَوْلاَ أَنَّ هُ  كَا نَ مِنَ ا لْمُسَبِّحِينَ  
  
 
   Lalabith a Fī Baţ  nihi~  'Ilá Yaw mi Yub `ath ū na 
   
     
    037-144. Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. 
 
   لَلَبِثَ فِي بَطْ  نِهِ إِلَى يَوْ مِ يُبْ عَثُونَ  
  
 
   Fanabadh nā hu Bil-`Arā 'i Wa Huwa Saq ī mun  
   
     
    037-145. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. 
 
   فَنَبَذْنَا هُ بِا لْعَرَا ءِ وَهُوَ سَقِ يمٌ  
  
 
    Wa 'An batnā `Alay hi Sh ajara tan  Min  Yaq ţ ī nin  
   
     
    037-146. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. 
 
   وَأَنْ بَتْنَا عَلَيْ هِ شَجَرَ ة ً  مِن ْ يَقْ  طِ ينٍ  
  
 
    Wa 'Arsalnā hu 'Ilá Miā 'ati 'Alfin 'Aw Yazīdū na 
   
     
    037-147. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gِnderdik. 
 
   وَأَرْسَلْنَا هُ إِلَى مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ  
  
 
   Fa'ā manū Famatta`nāhum  'Ilá Ĥī nin  
   
     
    037-148. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. 
 
   فَآمَنُوا  فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ  
  
 
   Fāstaftihim  'Alira bbika A l-Banā tu Wa Lahumu A l-Banū na 
   
     
    037-149. Şimdi sen onlara sor: -Kızlar senin Rabbinin, erkek çocuklar onların mı? 
 
   فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَ بِّكَ ا لْبَنَا تُ وَلَهُمُ ا لْبَنُونَ  
  
 
   'Am  Kh  alaq  nā A l-Malā 'ikata 'Ināth āan  Wa Hum  Sh āhidū na 
   
     
    037-150. Yoksa onlar, şahidlik etmekteyken Biz melekleri dişiler olarak mı yarattık? 
 
   أَمْ خَ لَقْ  نَا ا لْمَلاَئِكَةَ إِنَاثا ً  وَهُمْ شَاهِدُونَ  
  
 
   'Alā  'Inn ahum  Min 'Ifkihim  Layaq ūlū na 
   
     
    037-151. Dikkat edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki: 
 
   أَلاَ إِنَّ هُمْ مِن ْ إِفْكِهِمْ لَيَقُ ولُونَ  
  
 
   Walada A ll āhu Wa 'Inn ahum  Lakādh ibū na 
   
     
    037-152. “Allah doğurdu.” Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan sِyleyenlerdir. 
 
   وَلَدَ ا للَّ هُ وَإِنَّ هُمْ لَكَاذِبُونَ  
  
 
   'Ā ş ţ afá A l-Banā ti `Alá A l-Banī na 
   
     
    037-153. (Allah,) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş? 
 
   أَ اصْ طَ فَى ا لْبَنَا تِ عَلَى ا لْبَنِينَ  
  
 
   Mā Lakum  Kay fa Taĥkumū na 
   
     
    037-154. Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? 
 
   مَا لَكُمْ كَيْ فَ تَحْكُمُونَ  
  
 
   'Afalā Tadh akkarūn  
   
     
    037-155. Hiç mi ِğüt alıp-düşünmüyorsunuz? 
 
   أَفَلاَ تَذَكَّرُون  
  
 
   'Am  Lakum  Sulţ ā nun  Mubī nun  
   
     
    037-156. Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? 
 
   أَمْ لَكُمْ سُلْطَ ا نٌ  مُبِينٌ  
  
 
   Fa'tū Bikitābikum  'In  Kun tum  Ş ādiq ī na 
   
     
    037-157. Eğer doğru sِylüyorsanız, ِyleyse getirin kitabınızı. 
 
   فَأْتُوا  بِكِتَابِكُمْ إِن ْ كُن تُمْ صَ ادِقِ ينَ  
  
 
   Wa Ja`alū Baynahu  Wa Bay na A l-Jinn ati Nasabāan  ۚ  Wa Laq ad  `Alimati A l-Jinn atu 'Inn ahum  Lamuĥđarū na  
   
     
    037-158. Onlar, Kendisi'yle (Allah ile) cinler arasında bir soy-bağı kurdular. Oysa andolsun, cinler de onların gerçekten (azap için getirilip) hazır bulundurulacaklarını bilmişlerdir. 
 
   وَجَعَلُوا  بَيْنَهُ  وَبَيْ نَ ا لْجِنَّ ةِ نَسَبا ً  ۚ  وَلَقَ د ْ عَلِمَتِ ا لْجِنَّ ةُ إِنَّ هُمْ لَمُحْضَ رُونَ   
  
 
   Sub ĥā na A ll āhi `Amm ā Yaş ifū na 
   
     
    037-159. Onların nitelendirdiklerinden Allah Yücedir. 
 
   سُبْ حَا نَ ا للَّ هِ عَمَّ ا يَصِ فُونَ  
  
 
   'Illā `Ibā da A ll āhi A l-Mukh  laş ī na 
   
     
    037-160. Ancak muhlis olan kullar başka. 
 
   إِلاَّ عِبَا دَ ا للَّ هِ ا لْمُخْ لَصِ ينَ  
  
 
   Fa'inn akum  Wa Mā Ta`budū na 
   
     
    037-161. Artık siz de, tapmakta olduklarınız da. 
 
   فَإِنَّ كُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ  
  
 
   Mā  'An tum  `Alay hi Bifātinī na 
   
     
    037-162. O’na karşı kimseyi fitneye sürükleyecek değilsiniz. 
 
   مَا  أَنْ تُمْ عَلَيْ هِ بِفَاتِنِينَ  
  
 
   'Illā Man Huwa Ş ālī A l-Jaĥī mi 
   
     
    037-163. Ancak kendisi çılgınca yanan ateşe girecek olan başka (onu sürüklersiniz). 
 
   إِلاَّ مَن ْ هُوَ صَ الِي ا لْجَحِيمِ  
  
 
    Wa Mā Minn ā  'Illā Lahu  Maq ā mun  Ma`lū mun  
   
     
    037-164. (Melekler der ki:) “Bizden her birimiz için belli bir makam vardır.” 
 
   وَمَا مِنَّ ا  إِلاَّ لَهُ  مَقَ ا مٌ  مَعْلُومٌ  
  
 
    Wa 'Inn ā Lanaĥnu A ş -Ş ā ffū na 
   
     
    037-165. “Biziz, o saflar halinde dizilmiş olanlar, gerçekten biziz.” 
 
   وَإِنَّ ا لَنَحْنُ ا ل صَّ ا فُّونَ  
  
 
    Wa 'Inn ā Lanaĥnu A l-Musabbiĥū na 
   
     
    037-166. “Biziz, o tesbih edenler de, gerçekten biziz.” 
 
   وَإِنَّ ا لَنَحْنُ ا لْمُسَبِّحُونَ  
  
 
    Wa 'In  Kānū Layaq ūlū na 
   
     
    037-167. Onlar (putatapıcılar), her ne kadar şِyle diyor idiyseler de: 
 
   وَإِن ْ كَانُوا  لَيَقُ ولُونَ  
  
 
   Law 'Ann a `In danā Dh ikrā an  Mina A l-'Awwalī na 
   
     
    037-168. ”Eğer yanımızda ِncekilerden bir zikir (kitap) bulunmuş olsaydı.” 
 
   لَوْ أَنّ َ عِنْ دَنَا ذِكْرا ً  مِنَ ا لأَوَّلِينَ  
  
 
   Lakunn ā `Ibā da A ll āhi A l-Mukh  laş ī na 
   
     
    037-169. “Gerçekten bizler de, Allah’ın muhlis olan kullarından olurduk.” 
 
   لَكُنَّ ا عِبَا دَ ا للَّ هِ ا لْمُخْ لَصِ ينَ  
  
 
   Fakafarū Bihi  ۖ  Fasaw fa Ya`lamū na  
   
     
    037-170. Fakat (kitap gelince) onu tanımayıp-küfrettiler; yakında bileceklerdir. 
 
   فَكَفَرُوا  بِهِ  ۖ  فَسَوْ فَ يَعْلَمُونَ   
  
 
    Wa Laq ad  Sabaq at Kalimatunā Li`ibādinā A l-Mursalīn  
   
     
    037-171. Andolsun, (peygamber olarak) gِnderilen kullarımıza (şu) sِzümüz geçmiştir: 
 
   وَلَقَ د ْ سَبَقَ تْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا ا لْمُرْسَلِين  
  
 
   'Inn ahum  Lahumu A l-Man ş ūrū na 
   
     
    037-172. Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. 
 
   إِنَّ هُمْ لَهُمُ ا لْمَن صُ ورُونَ  
  
 
    Wa 'Inn a Jun danā Lahumu A l-Gh  ālibū na 
   
     
    037-173. Ve hiç şüphesiz; Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. 
 
   وَإِنّ َ جُن دَنَا لَهُمُ ا لْغَ الِبُونَ  
  
 
   Fatawalla `Anhum  Ĥattá Ĥī nin  
   
     
    037-174. ضyleyse sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir. 
 
   فَتَوَلَّ عَنْ هُمْ حَتَّى حِينٍ  
  
 
    Wa 'Ab ş ir hum  Fasaw fa Yub ş irū na 
   
     
    037-175. Ve onları seyret; (azabı) yakında gِreceklerdir. 
 
   وَأَبْ صِ ر ْهُمْ فَسَوْ فَ يُبْ صِ رُونَ  
  
 
   'Afabi`adh ābinā Yasta`jilū na 
   
     
    037-176. Şimdi onlar, Bizim azabımızı mı acele istiyorlar? 
 
   أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ  
  
 
   Fa'idh ā Nazala Bisāĥatihim  Fasā 'a Ş abā ĥu A l-Mun dh ar ī na 
   
     
    037-177. Fakat (azap) onların sahasına indiği zaman uyarılıp-korkutulanların sabahı ne kِtü olur. 
 
   فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَا ءَ صَ بَا حُ ا لْمُن ذَر ِينَ  
  
 
    Wa Tawalla `Anhum  Ĥattá Ĥī nin  
   
     
    037-178. Sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir. 
 
   وَتَوَلَّ عَنْ هُمْ حَتَّى حِينٍ  
  
 
    Wa 'Ab ş ir  Fasaw fa Yub ş irū na 
   
     
    037-179. Ve seyret; (azabı) yakında gِreceklerdir. 
 
   وَأَبْ صِ ر ْ فَسَوْ فَ يُبْ صِ رُونَ  
  
 
   Sub ĥā na Ra bbika Ra bbi A l-`Izzati `Amm ā Yaş ifū na 
   
     
    037-180. ـstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirdiklerinden Yücedir. 
 
   سُبْ حَا نَ رَ بِّكَ رَ بِّ ا لْعِزَّةِ عَمَّ ا يَصِ فُونَ  
  
 
    Wa Salā mun `Alá A l-Mursalī na 
   
     
    037-181. Gِnderilmiş (peygamber)lere selam olsun. 
 
   وَسَلاَمٌ عَلَى ا لْمُرْسَلِينَ  
  
 
   Wa A l-Ĥam du Lill ā h Ra bbi A l-`Ālamī na 
   
     
    037-182. Ve alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.   
 
   وَالْحَمْدُ لِلَّهِ  رَ بِّ ا لْعَالَمِينَ  
  
  Toggle thick letters.   Most people make the mistake of thickening thin letters in the words that have other (highlighted) thick letter Toggle to highlight thick letters خصضغطقظ رَ